Usulca akıyor içine sevgi. Ilık yağan yağmurun, munis sokulganlığında pencereden kayan damlalar gibi…
Sakince, ağırdan alarak her şeyi ve biraz da başına buyruk dolanarak yaklaşıyor. Usul usul, akmıyor diyeceğin kadar sakin… Senin çağıldayan parlaklığının karşısında bazen ürkek bazen tüm hızıyla kanat çırpan bir kuş gibi yaşıyor.
Bir fidanın görünmez büyümesinde, her gün biraz daha kökleniyor derinlere. Her an yeni bir yaprak açmak için büyütüyor neşeyi, eğlenceyi. Bir görünüp bir kayboluyor belki…
Bir var bir yok gibi, efsunlu bir masalın büyüsü ile çekiyor seni içine. Çoğu zaman o kadar hafif bir salınımla geçiyor ki üzerinden acının yanında onu hissetmek güçmüş gibi geliyor.
Bir var bir yok gibi, sendeki varlığını göremeyeceğin kadar korkak ve çekingen düşlerin. Günün her anında onu bulman, hissetmen çok zor.
Sen istiyorsun ki, havada çarpışan iki göktaşı gibi sarsıcı bir karşılaşma ile boyasın ışığı duvarları, sokakları, geceyi baştan aşağıya. O istiyor ki, ağır ağır damlayarak çoğalsın göğünde.
Burada karışmaya başlıyor geçmiş ile şimdi ve gelecek. Çocukluk anıların siniyor bugünün düşlerine.
Eskimiş günlerinde. Birileri görüyor telaşını, içinde tepinip duran bir kutu çikolata için bas bas bağıranı, edepsizi, zıp zıp yerinde duramayan her gülüşünün aşkı çağıldattığı o şımarık çocuğu. İstek akıyor ellerinden, gözlerinden, kelimelerinden.
Hemen şimdi diye haykıran ayaklarını yere vuran çocuğunu susturuyorlar.
Sabır diyor sana… Daha var, daha çok var. Bak, kocaman bir kutu çikolata, hepsi senin, hepsini sen yiyeceksin ama hepsini birden yeme, bekle biraz, önce yemeğini ye, sonra çikolatanı ye, diyor.
Sen duruyorsun, gücün yetmiyor daha fazla haykırmaya. Beklemekten başka seçenek yok, miden gurul gurul, ağzında durmadan çoğalan tükürük… Tükürük doyuruyor seni artık, yemeğe gerek yok. Anlamıyor.
Ve şimdi sen bugün, yine baştan aşağıya istek kesmiş geziyorsun evin içinde, sokaklar dar sana. Ne zaman bitecek, ne zaman verecek, ne zaman gelecek, ne zaman olacak… Aklın hep zamanda, aklın hep o vuslatta. Kavuşacaksın elbet, o senin başkasının değil. Değil de o zaman neden vermiyorlar sana, hiç düşündün mü?
Oyunun nerede başladığını buldun mu?
Önce inandırdılar seni, onun sana ait olduğuna. Sonra arkalarına sakladılar, belki ulaşamayacağın bir dolabın üst rafına, belki görünmez bir çekmecenin içine. Senin o, başkasının değil, ama onların kontrolünde, onların sakladıkları yerde.
Sahi kimin bu çikolata?
Senin olan neden bir başkasında?
Ve sana beklemeyi öğrettiler. Bekleyen çoğu şeyin eskidiği bir dünyada, bunu da öğrettiler küçüğüm.
Bununla neler yaptırdılar sana? Nerelere sürüklediler, nelerden uzaklaştırdılar? Bir dur, fark et.
Sakince kapat gözlerini. Hiç kazanmadığını, hiç kaybetmediğini fark et.
Bir durumun olgunlaşması ile bekletilmesi arasındaki farkı bul. Ve toy hayallerinin peşinden koşarken sen değil, hayallerin olgunlaşsın. Buna izin ver.
Çünkü dünya daimî çocukları sever, besler.
Çünkü dünya neşe ile, kahkaha ile döner.
Commenti