Gün ışığı usulca yaşamı aydınlatıyor.
Sessiz, sakince sabahın serinliğinde yaprakların uçlarına konmuş çiy tanelerinin parıltısına takılan güneş.
Ve o büyütüyor çiğdemin turuncusunu.
Usulca akıyor bir damla, kendi halindeki onlarca yaprağın ucuna.
Çiy… Ya düşecek ya buharlaşacak ama hepsinden önce parıldayacak; Büyütecek ve göz dolduracak.
Ve oluyor… Parlıyor sessiz sakin minicik yuvarlaklığı içinde.
O da ne! Birden hızlıca kayıyor, işte toprağa düştü.
Eh, o zaman kalkma zamanı geldi.
Usulca yataktan aşağıya sallıyor bacaklarını, bulut pembeliğindeki bacakları uzandı dünyaya. Pembe parmak uçları ahşap parkenin sarı sıcak kahverengisine dokundu.
Kalktı, yürüyor.
Kimse uyanmasın diye neredeyse parmak uçlarına basacaktı ki, dışarıda büyük bir gürültüyle şakıyan, uçuşan kuşların sesleri dolu odalara.
Hafif bir tebessüm yayıldı yüzüne. Düşünmedi, anlamadı, kendiliğinden ama kendisi bile fark etmeden gülümsedi. Kulaklarını dolduran kuş sesleri tatlı, ürkek telaşla canlandırdı ritmini, hesaplamadığı haz saniyeler içinde yayıldı damarlarına. Ve böylece hazzın tebessümü dudaklarına kondu...
Tebessümün uzayan etkisi ile elini yüzünü yıkadı. Su soğuktu. Yüzüne değdikçe ürperiyordu teni. Nasıl ilginçti ki, yüzüne değen su tüm bedenini ürpertiyordu.
Sakin, sessiz süzüldü banyodan mutfağa.
Demlenmiş çay mı daha güzel kokar, yoksa kahve mi? Başı boş sorulardan biri daha işte.
Hemen bir sonuca vardı. Sabahları kahve kokusu, ikindi de çay kokusu iyi geliyordu.
Öyle miydi gerçekten?
Kahve damlamaya başlamıştı yavaş yavaş. Minik minik akan kahveye inat makine böğüre böğüre buharlaştırıyordu suyu.
Eh, kahve kokusu güzel, damlalar güzel de şu ses sabahları eski belediye otobüslerine benziyor, dedi içine içine söylenen zihninde.
Sabahın köründe ruhlarını yataklarından çıkaramamış insanların işe giderken bindikleri belediye otobüsünde gürül gürül motorun sesinde uyuklayan yüzlerini hatırlatıyordu.
Ve akşam iş çıkışlarında motor gürültüsünden ninni yapmışların ordusu yürüyordu şehrin sokaklarında.
Aman boş ver diyen bir ses geçti içinden. Yürüdü balkon kapısına.
Hava soğuktu, temiz hava ruhun gıdasıydı.
Açtı kapıyı bir cesaret. Çıplak ayaklarına vurdu soğuk. Az kaldı zıplayarak uzaklaşacaktı kapıdan.
Bahçeli bir evim olsaydı diye düşündü. Kapısının önüne çay tabağıyla yavru kedilere süt koyardım. Onların süt içişini izlerdim. Hızlı hızlı, telaşlı ve son damlasına kadar… Sonra gidip uzanırdı kedi güneşe, şöyle bir gerinme, belki biraz yalanma, belki kıpırdayan bir kuyruk ve sonra sere serpe göbeğini açıp başı boşluğuna bakardım öylece…
Belki o ev deniz kenarında olurdu, yaz günleri veranda da oturup kumsal da kumlarla oynayan çocuklara ve telaşlı annelerine bakardım. Sigaradan ve kahveden beslenen zamanlarımda.
Giyinmeye başladı. Sütyenin diri ve sıkı tutan hissinin üzerine yumuşak, sıcak hissettiren atletini giydi. Yünlü, ince bir kazak ile aşağıya doğru genişleyen eteğinin belinin üzerine doğru bıraktı. Bol, hafif kazağının pembesi tenin bulut pembeliğine karıştı. Yumuşacık, zıtlıkların olmadığı bir geçit törenine benziyordu.
Sokak kapısını kilitlerken anahtarın şakırtıları kuşların ötüşlerine benzer bir ritim yaratıyordu içinde.
Peh, anahtar sesinden mutluluk da olurmuş, dedi.
Aklına takıldı bu durum ama o an için erteledi. Apartman kapısının gürültüsünden kurtulunca sanki yürümek düşünme zamanıymış gibiydi. İşte tam o sırada adımlarının arasında bakacaktı bu mutluluk haline. Belki de zihninde yeni sorular yaratacak ve akşam dönüş yolunda da onları düşünecekti. Kim bilirdi… Kendisi bile bilmiyordu ya da bilmiyormuş gibi yaparak kurguluyordu zamanını.
Muhtemel olasılıklar içinde kalan bu hal ile merdivenlerden indi. Merdivenler canlılık, güç ve tazelik hissi veriyordu.
Apartman kapısında basit ve sıradan bir günaydınla geçiş. Şimdi sahne açılmıştı.
Merhaba yeni gün!
Kahve kokusuna caz müziğini harmanlamış olan kahvecinin önünden geçerken hatırladı.
Anahtar sesindeki mutluluk daha iyi ve güzel bir mutluluk hissinin olmamasından mı geliyordu yoksa yaşamın büyüsüne kapılmaktan mı?
Adımlarını hızlandırdı, geç kalıyordu. Yine yanıtını bulacak zaman kalmamıştı.
Akşama artık, dedi.
Comments