top of page

Devrim Yapın Sevgiyi İthal Edin






Sevmek ve sevgi hakkında düşünmek, iki kavramı hayata almak, günlük yaşamın parçası yapmak epey emek istiyor. 


Basit sorularla başlayalım: 

Gün içinde karşılaştığınız her insana sevgi ile davranabilir misiniz? Bunu ne kadar süre yapabilirsiniz? 


Gün içinde göz göze geldiğiniz insanlara gülümseyebilecek kadar insanlara güvenebilir misiniz? 


Toplu taşıma araçlarında, alışveriş merkezlerinde, sahillerde, sokaklarda, caddelerde sürekli karşılaştığımız insanlar, anlık göz göze geldiğimiz bir sürü yüz var. Genelde kafamızı çeviriyoruz. Hatta çoğu zaman çevremizdeki insanları görmemeyi seçiyoruz. 

Görmemeyi, fark etmemeyi seçerek yaşarken aynı zamanda yalnızlıktan, yozlaşmadan, ilişkilerin yok olmasından dem vurmayı ihmal etmiyoruz. 


Pardon, bu sevgi dolu ilişkiler hangi montaj hattında, kim tarafından üretiliyor da gidip dahil olabiliyoruz?  Ben o ilişkilerden istiyorum.


Herkes sevgi dolu, barış dolu bir dünyadan bahsediyor, kim kuracak bu dünyayı?  


Devrimin illa büyük kitle hareketleri ile mi olması gerekiyor? Ya usul usul kendiliğinden gelseydi, gelebilseydi o zaman ne olurdu? 


Belki de bizim değişimi idrak etmemiz, görmemiz, tanımamız için şaşalı dönüşüm sahnelerinin sergilenmesi gerekiyor. Dünya devrimler tarihi hep böyle yıkılan yerine yenisi kurulan sahnelerle dolu olduğu için mi, değişim için büyük adımlar, geniş kitleler bekliyoruz? 

Aslında usul usul gelen değişim az acılı, az korkulu olurken aynı zamanda daha bilinçli, daha kalıcı, daha istikrarlı oluyor. 


Demem o ki, her sabah kendi devrim tarihinizi yazarak güne başlayabilirsiniz. Bir sabah uyandığınızda, bugün karşılaştığım her insana hafif bir tebessümle bakacağım, diyerek evden çıkıp işe gidebilirsiniz. Denemek size ne kaybettirir?


Yanımızdan geçip giden bir insana tebessüm edemeyecek kadar kendi türümüze uzaklaştıysak birbirimizi sevme, kabul etme erdemine nasıl ulaşacağız? 


Gerçekten yolda karşılaştığımız insanlara hafif bir tebessümle selam verseydik hayatımızdan ne eksilirdi? 


Bu kadar az riskli bir devrimi bile gerçekleştirmeye takatimiz yok. 


Neler için takatimiz var? Sosyal medya hesaplarından kınama mesajları yazmaya, linç etmeye, öfkemizi göstermeye, direnmeye, hakkımızı almaya, mücadele etmeye var. 


Ne zaman ki, hayat kıran kırana mücadele oldu zihinlerimizde, o zaman sevgiyi, şefkati deneyimlemeyi unuttuk. 


Oysa sevmeden bile tebessümde bulunabilir insan. 


Şeker gibi tatlı, bal gibi yoğun, pamuk gibi yumuşak olsaydık yaşamımız nasıl olurdu? 


Muhtemelen, tam bir fiyasko!  Tebessüm ederek çocuklara şakalar yaparak yürüyen bir kişi düşünün. Böyle bir kişiyle karşılaştığımızda hangi etiketleri yapıştırırdık? 


Salak, saf, sapık, tacizci, anormal, köylü, gerizekalı… 


İçimizden bir kişi, sadece bir kişi çıkıp, ah ne tatlı bir insan, sevgi, şefkat dolu şuracıkta, yanı başında biraz dinleneyim, sevgiye doyayım, diyebilir miydi? 


Güvensizlikle öyle sarmalanmışız ki, sevmenin ve sevilmenin ön koşullarını yaratıyoruz. Bunların en başında gelen: Güven. 


Oysa doğru olan güvenince sevgiye teslim olmak değildi. Gerçek akış, sevgiye teslim oldukça güven duygusunun pekişmesi idi. 


Biliyorum, insanların sizin güveninizi zedelediğini söyleyeceksiniz, yine dünya kötü, daha da kötüleşiyor, sözleri ile başlayacaksınız. 


Ne yazık ki, gerçekten sevgiyi deneyimlemek istiyorsak yeniden güvenmeyi öğreteceğimiz kendimize. 


Dünyaya, hayata, insanlara, doğaya güvenmeyi öğrenmek için yola çıkacağız. Kim olursa olsun, ne olursa olsun bize gelen sevgiyi kabul edeceğiz. Bir gün bırakır mı, sonra pişman olur muyum diye düşünmeden, sevginin muazzam gücüne teslim olmayı seçeceğiz. 


Her şeyden, hepsinden önce sevgiye inanacağız. Gerçek sevginin nasıl olduğunu öğreneceğiz. Başka çare yok. 


Yoksa ensemizde açılan bir çift göz ile her anı, her yeri kontrol etmekle tüketeceğiz  ömrümüzü. 


Düşünecek vakit var, haydi sorun kendinize:


Gerçekten nasıl bir hayat istiyorum? 


Comments


bottom of page