Size verilen değeri beş dakika nasıl yok edersiniz?
Yanıt çok basit: Hainlikle.
Hainliğin kardeşi ihanet sizin peşinizi bırakmaz. Sürekli peşinizden gelir, en sonunda hiç farkında olmadan teslim olursunuz. Bunu da en çok korku ve yalnızlık yaptırır.
Ardından siz hayata sövüp sayarsınız, ama sorun hayatta değildir. Sorun sizin güçsüzlüğünüzdedir.
Güçsüzsünüzdür çünkü güçlü olmamayı seçersiniz. Karşılaştığınız her olay karşısında, yerlere yeksan olursunuz. Asla onu geçmeyi, diğer tarafı görmeyi denemezsiniz.
Bir taraftan insanın çok da güçlü olması gerekmez. Aslında güç dediğimiz insani değerlere bağlılıktır.
Nedir bu değerler? Bazılarını yeniden hatırlayalım: Doğruluk, dürüstlük, emeğe saygı, insana saygı, tercihlere saygı aslında saygı bir bütün olarak çok geniş her şeye saygı duymak insanlığın ilk adımı. Biz bir türlü bu adımı atamıyoruz.
Saygı duymak işimize gelmiyor. Saygılı davranmak o müthiş egomuza öyle bir kamçı vuruyor ki, acısından öfkelenmeyi, bağırmayı ya da en pasifinden diğer kişiyi takmamayı seçiyoruz.
Takmamak, umursamamak değil tam olarak. Umursamazlık da saygısızlığın bir çeşiti olsa da, takmamak çok daha farklı bir durum.
Kendi varlığınız, tanınmışlığınız adına bir diğerini düşürdüğünüz durumu takmadan sadece kendinizi aklama, kendi geminizi bir limana sığdırma çabasına düştüğünüz her an, ama her an sürekli olarak bu işin içine düşüyorsunuz.
Kendi ilkel benliğimizi tanıdıkça, bu adımlar her önümüze geldiğinde, bunları yapmamayı seçebiliyoruz.
Aslında bunları yapmamayı seçmemiz gerekiyor. Nedeni çok basit, çünkü o ilkel yanımızı korumak için saygılı olmayı öğrenmemiz şart. Olmazsa, olmaz.
Neden böyle?
Diyelim çok zor bir gününüzde, birisi size destek olmak istedi. Sizi koruyacak adımlar attı, ardından o adımların siz faydasını gördünüz. Fakat bu adımlar, etrafınızdaki bir çok kişinin de öfkesinin kabarmasına, gerçekleri fark etmesine neden oldu.
Şimdi bu iki kişi arasından çıkalım, üçüncü şahıslara dönelim. O üçüncü şahıslar, o güne kadar size türlü zorluğu yaşatmış, varlığınızı, emeğinizi hiçe saymış kişilerdi. Bu dostun desteği ile o şahıslar size saygı gösterdiler diyelim, siz bu sonradan gelen saygıya tav oldunuz. Dostunuzun yaptığını tek bir hareketle silecek kadar yalnızlığa ve acıya düştünüz.
Öyle bir konuştunuz ki, size yardım eden dostun itibarını iki paralık ederek, onu yalancı konumuna düşürdünüz.
Şimdi ne oldu?
Bir grup insan sizi yaptığınızdan dolayı alkışlarken, diğer grup insan, ki bu diğer grup sizi yakından tanıyan, belki de aynı dünya hayalini paylaştığınız kişiler diyelim, sizin içine düştüğünüz korkuyu ve acıyı görüp tanıdılar.
O diğer grup insan aynı zamanda, sizin acizliğinizi, ilkelerinden vazgeçişinizi de görüyor. Yazık size, çok yazık! Acıdan böylesine korkarak bu duruma düştüğünüz için üzgünüz. Bu çok daha derinde, size duyulan inancın yitirilmesine neden oluyor.
Bu durum ise, daha uzun vade de size daha fazla yalnızlık sunacaktır. İşte bu noktada o şakşaktan hoşlanan ilkel benliklerimizi korumak adına bu hainliği yapmaktan itina ile uzak durmamız gerekiyor.
Nedense, hep keser hep sap hep hesap dönüyor. Bu döngüye yakalanmamak adına ihtiyacımız olan tek şey ise gerçeği saklamamak. Kendimizi kayırmak adına yalanlamamak.
Aslında mesele hep çok basit, hakkını vermek her şeyin. Bu hak vermek bazen birilerinin hakkını avucuna vermek de olsa, o hakkı kimseden esirgememek.
Sizi bugün arayan yarın arkasını döndüğünde, o dostu da çok arar duruma düşmemek için, o aşamadığınız bencilliğiniz, egonuz ve kibriniz için her zaman dürüst olmalı.
Eğer ki, bir gün bencilliğinizi, egonuzu, kibrinizi aşabilirseniz o zaman zaten kendiliğinden dürüst olacaksınız. O zaman sırtınızın kamburları kalmayacak.
Düzenini sevdiğimin dünyası. Hep aynı yere çıkıyor: Gerçek tektir.
Comments