Yalı Çapkını dizisinin ilk bölümünü tesadüfen gördüm. Sonunda Gülseren Budayıcıoğlu’nun dizilerinden biri olduğunu görünce ister istemez “Bu da mı?” dedim.
İkinci bölüme yine tesadüfen denk geldim diziye, bu sefer izlemek istedim. İzlerken yanımdaki kişi dedi ki; “Bu dizinin senaryosu ilk başkasına gitmiş, yönetmen çekmem kadına yönelik çok şiddet var” demiş dedi.
“Emin misin?” diye sordum.
“İnternette okudum” dedi.
Bu haber ne kadar doğru hala bilmiyorum ama bundan sonra birkaç tane daha eleştiri yazısı görünce diziyi izlemeye olan merakım arttı. Üçüncü bölümü bilinçli olarak özetiyle birlikte izlemeye başladım. Sanırım her bölüm izleyip yazacağım.
Bana göre dizide kadına şiddetin anlatılmasından çok daha fazlası var.
Önceki bölümler ve dizinin konusuna girmek istemiyorum. Diziyi izlemeden de yazıları okuyabilirsiniz ama izleyerek okuduğunuzda analizleri çok daha iyi anlama ihtimaliniz var.
Yalı Çapkını dizisinde en çok ilgimi çeken kendine çok güvenen, ailesinden gizli sevgilisi olan ve kendi ayakları üzerinde durmayı isteyen, biraz inatçı ve dik başlı genç kadın karakter Seyran ailesine hiçbir koşulda “hayır” diyemiyor. Hayır diyemeyen bir karakteri hem dik başlı hem idealist hem inatçı özelliklere sahip olması da pek mümkün görünmüyor, ama olsun bu tür inatçı ve idealist kadın karakterler genel olarak ülkemizde seviliyor.
Aslında bizler kadının ezilmesini istemiyoruz. Bu dizileri izleyen geniş bir kitlede kadına şiddeti onaylamayan, itiraz edenlerden oluşuyor. Bu anlamda hem idealist kadın karakterleri seviyoruz hem onların acı çektiğini izlediğimizde kadın karakteri daha çok sahipleniyoruz.
Dizideki genç kadın karakterin adı Seyran. Seyran evlendiği gece kocasının sevgilisi ile tanışıyor ve o kadına “Senin burada ne işin var” diyemiyor ama nasıl oluyorsa Seyran kendi içinde güçlü ve onurlu bir duruş sergiliyor. Karakteri sevmek istiyorum ama çelişkilerinden yakınlaşamıyorum, benim için çok acı.
Güçlü ve kararlı olan Seyran evliliğe de “Hayır” diyemedi.
Kocasının sevgilisini “gerdek gecesini” geçireceği odaya getirmesine sesli herhangi bir tepki veremedi, kabul etmiyorum, diyemedi.
Kocasının sevgilisine ve aslında kendi metresine “Git buradan” diyemedi.
Bir anlamda bütün acılara katlanıyor Seyran ama onurundan taviz vermiyor, kendini kullandırmıyor, ikinci kadın olmayı kabul etmiyor ve evlilikte biblo olmayı kabul ediyor. Ama tüm bunları yapmayan Seyran idealist, inatçı ve dik kafalı bir insan.
“Gerdek gecesinde” kocasının sevgilisi ile tanışan, balayı odasında başka bir deyişle artık “metresi” olan kadını evliliğin ilk gecesi gören Seyran kendisini banyoya kapatır. Bir süre sonra banyodan çıktığında sözde kocası Ferit’i yerde baygın, metresini de yatakta sızmış olarak bulur. Kısa süre içerisinde kocasının şeker komasına girdiğini anlar.
Kocasının ve diğer kadının ona yaptığı saygısızlığa rağmen Seyran öyle fedakâr ve cefakâr ki, ona bunu yaşatan bu hastalıklı karakterdeki erkeği şeker komasından kurtarmayı seçer. Çünkü kadın şefkattir, sevgidir, iyiliktir, güzelliktir. Seyran bu özelliklerle doludur. Ve kadının ne kadar ezilirse ezilsin, bu özelliklerde olmasını bekleyen insanlardan oluşan bir seyirci kitlesi var. Canını yakana dahi iyilik yapandır. Bu mesaj diziyi hayranlıkla izleyen genç kızlar ve erkekler tarafından ve de eşinden beklentisi yüksek olanlar tarafından hiç fark etmeden alındı ve zihinlere konuldu. Gerçek hayatta bundan sonra bir kadın eşine ya da sevdiği erkeğe kendi sınırlarını ihlal ettiğinde hayır derse vay haline!
Oysa, hiç kimse cinsiyet fark etmeden kendi canını yakan ve saygısızlık yapan bir insana yardım etmek zorunda değildir. Kaldı ki, otelde onu kurtaracak ailesi, yardımcısı, korumaları varken.
Seyran’ın Ferit’in ailesinin metres durumundan haberdar olmaması için Ferit’in şoförü ile yaptığı iş birliği de kadın kimliğinin yanlış inşa edilmesine aracı bir rol model örneğidir. Sahi, bir kadın kendini bu kadar üzen bir erkeği neden korur? Hem de kendi haklarından ve haklılığından feragat ederek?
Bu olay dizi içinde çok uzatılmadan hem Ferit’in anne babası hem Seyran hep birlikte İstanbul’da konağa geldiler. Genç koca Ferit, eşi olan Seyran’ı her iletişimi geçtiklerinde grup içinde ya da yalnızken sözümüz ona espri ile karışık aşağılıyor ve edepli kadın asla gerçek bir yanıt vermiyor, insan içinde sessiz sakin ve hep saygılı Seyran. Ama unutmayalım Seyran hem idealist hem inatçı hem güçlü bir kadın?!! Yatak odalarındayken Seyran biraz daha agresif gibi gösterilse de yine kenarda köşede kalan genç bir kadın.
Dizi de kadının ikinci sınıf vatandaş konumuna sokulması yapılan eleştiriler arasında ağırlıklı olarak gösterilse de esas ideolojik olan mesele çok daha derin. Bu bölümde bu nasıl yerleştirilmiş biraz da ona bakalım.
Bu iki genç kadın ve erkek kendilerine çok güvenli olsalar da ailelerine bu evliliği istemediklerini söylemiyorlar. Her ikisi de başlarına gelene dur diyemiyor, dış koşulları yani aile yapısına etki edemiyor ve onu olduğu gibi kabul etmek zorunda kalıyor. Yani bu genç insanlar dış çevreyi asla kendi istedikleri gibi değiştiremiyor.
Dizi çekimler, seçilen karakterler ve arka plan müzikleri ile daha çok gençlik dizilerini ve hatta romantik komediyi andırıyor. Zaten bu zoraki evlendirilen genç kadın ve erkeğin diyalogları öyle bir havada geçiyor ki, neredeyse gülümseyerek izleyeceğiz. Kocanın ukalalık yaptığı aslında kadına sözlü şiddet olan sahneler neredeyse romantik komedi gibi çekilmişler. O sahnelerden ötürü, bu tür konuşmaların şiddet olduğundan uzaklaşan algımızla Ferit’i fırlama zekâsı olan esprili ve biraz ukala bir karakter olarak bile sevebiliriz, neredeyse.
Oysa böyle bir konu dram değildir de nedir? Birçok dizide daha az dramatik olayı daha büyük dram dizileri olarak yaşıyoruz. Ama bizler bu dizide bu hikâyeyi en başından itibaren alelade sıradan bir olay ve hatta buradan büyük aşk doğacak sinyalleri ile izliyoruz. Dram olan sahneler asla acı içinde vurgulanmıyor.
Son dönemde siyasi çalkantılardan, geçim sıkıntısından yorulmuş insanlar için aradıkları içsel sakinliğe uygun çekilmiş dram sahneleri aslında şiddeti de bir anlamda sıradanlaştırıyor.
Buraya kadar olanlarla aklıma bir soru düşüyor: Acaba bu dizide geleneksel erkek egemen aileye boyun eğen ve itaat eden muhafazakâr bir gençlik mi hedef alınıyor? Aslında kadın algısına ya da kadına şiddete dönük gösterimlerden daha derin bir anlam olabilir mi?
Bu tür aile yapıları ya da kadını, gençleri, aşkı görmezden gelen aile yapıları tabii ki, Türkiye’de hep vardı.
Özellikle ülkenin kırsal bölgelerinde erkek egemen aile yapısından ve dayatmacı anlayıştan etkilenen ve hatta bu nedenle alınıp satılmış, itiraz ettiğinde öldürülmüş birçok kadın var. Bu ailelerin daha demokratik olması için bundan on beş yirmi yıl önce uzun yıllar eğitim temelinde mücadele edilip onların kültürel perspektiflerini daha kapsayıcı, adaletli ve hakkaniyetli bir yapıya doğru genişlemesi için yine dizilerle bu konu işlenmişti.
O zaman çocuk gelinlere yapılan toplumsal itirazlar ve sivil toplum kuruluşlarının kız çocukları için olan eğitim kampanyaları ile bu aile yapısının önüne geçilmeye çalışılmıştı. Bir çoğunuz “Haydi kızlar okula!” kampanyasını hatırlayacaktır.
Bugün bu diziyi izliyor olmamız ve yaşananları çok sevimli bir romantik komediye kaçan tarzda, normalleştiren sevgi ve şefkat dolu bir aile yapısı içerisinde geçiyor olarak izlememiz bu olayları “masumlaştıran” bir kültür mühendisliği örneği olabilir mi, düşüncesini akıllara getiriyor.
Dizinin ortalarına doğru kızın Antep’teki kardeşine yönelik gerçek bir şiddeti gerçek dramı bu sefer gerçekten dizinin içinde acı ve çaresizlik duyguları ile verildiğini görüyoruz. Zorla evlendirilen Seyran yaşadıkları ne kadar tatsız olursa olsun ne kadar az acı çekiyorsa evlenmek isteyen ama evlenemeyen ve aradığı evliliği yapamayan abla karakteri ise Seyran’la kıyaslayamayacağımız oranda acı çekiyor, evde şiddet görüyor. Diğer yandan ise Seyran gelin gittiği evde el üstünde tutuluyor, herkes ona saygılı davranıyor ve eşinin metresi olmasına rağmen eşinin yaptıklarına üzüldüğünü asla hissetmiyoruz.
Evlilik mutluluk getiriyor sanırım… En azından iki kardeşin hayatına baktığımızda bu mesaj ortaya çıkıyor ya da birileri bize bunu öğretmeye çalışıyor, bilemiyorum.
Dizide yine erkek egemen ilişkilere uygun başka bir kadın karakter var. Sanırım Ferit’in halası dizinin bir yerinde çocuğu olmadığı için karı koca doktora gidiyorlar ve ne hikmetse burada da kadının yumurtalıklarında sorun olduğu için çocuklarının olmayacağını anlıyoruz. İçimden, hay aksi kader ya yine kadın da kusur çıktı gördün mü, diyorum.
Çok merak ediyorum; senarist bu işi de niye kadına yüklemiş? Tabii, senarist şu anda bana “Sen başka yazarsın” diyebilir ya da “Bu senim senaryom karışamazsın” da diyebilir. Bu kültürel ortamda bu dışlayıcı, yok sayıcı yanıtlara da çok alıştık. Önümüzdeki bölümlerde bu kadın karakterin hikayesini izlemeyi sabırsızlıkla bekliyorum.
Bu arada görücü usulü ile kadını “mal yerine satın alan” ailede enteresan bir özgürlük ve rahatlığa tanık oluyoruz. Yine benzer şekilde “görücü usulü” ile evlendirilmiş olan Seyran’ın kayınvalidesi alışverişe mini şort ile gidiyor. Evet, benim nutkum tutuluyor. Güzellikten değil, o aile o mini şortu o kayınvalideye nasıl giydiriyor? Hem de topuklu ayakkabı ile! Sanırım buradan da, görücü usulü ve istenmeyen evliliklerinde aslında modern yaşamdan çok da kopuk olmadığı ve kadının özgürlüğünü kısıtlamadığı sonucunu çıkarmamız gerekiyor.
Bu arada Seyran’ın da kayınvalidesi ile arası çok iyi sanki Seyran’ın hayatının böyle değişmesinde kayınvalidenin hiç katkısı yok, o da hayır diyemeyen ama süper lüks bir hayat süren kadın. İkisi de aynı kadere mahkumlar. Zaten kayınvalidesi, Seyran’a ikinci bölümde her şeyin ilk başta kötü göründüğünü ama zamanla taşların yerine oturduğunu ve güzelleştiğini anlatıyor. Pardon, birileri kadının söz hakkı olmadığı evlilik biçimini mi normalleştirdi ve güzel gösterdi? Ben mi yanlış anladım?
Ve işte çarpıcı sahnelerden birine daha geliyoruz.
Bütün aile salonda Seyran’a maddi değeri yüksek hediyeler veriyor ve Seyran hepsinin çok özel olduğunu söylüyor, mutlu oluyor. Sözde kocası olan Ferit ise yatak odalarında iken Seyran’ı aldığı hediyelerle ilgili bir laf çarpıtması yapıyor. Seyran ise kocasının bu tavrına karşılık kendisi için maddiyatın hiç önemli olmadığını, ama kendisini ilk kez bu evde değerli hissettiğini söylüyor. Böylece kadın karakterimiz aşağılandığı, hor görüldüğü evden “görücü usulü” sevgisiz bir evlilikle kurtulmuş ve mutluluğu bulmuş oluyor. Ne güzel ne âlâ!
Dizinin bölüm finalinde Yeni Gelin Seyran Hanım en sonunda yaşadığı duygusal yoğunluğu ve ağırlığı içinde tutamayarak patlar. Onu yüz ifadesinden anladığımız kadarıyla şaşkınlıkla ve bir parça üzüntüyle izleyen Yeni Damat Ferit Bey, eşini sarsarak tutar ve öper. Ve dizi orada biter. Dizinin bir sonraki bölümünde yeni gelin Seray Hanım’ın buna karşı geleceğini ve hemen o erkeğe teslim olmayacağını zaten benzer senaryolu dizilerden biliyoruz. Bu ayrıca fragmanda da gösteriliyor. Burada esas olan bir kadına rızası dışında kocası dahi dokunamaz, beden sınırlarının ihlali psikolojik sarsılma ve yaralanmaya sebep olur diye bas bas bağıran uzmanlar varken bu sahnenin böyle aleni ve kolay bir aşk sahnesi gibi yansıtılması üzerine izleyicinin oldukça yoğun düşünmesin de fayda var.
İzleyici şu soruları sorabilir:
Neden dizilerde neredeyse her zaman, kadına aşık olduğunda onu şak diye aniden öpen erkekler var?
Niye hiçbir erkek kadına sözle yaklaşmıyor? Niye hiçbir erkek kadına duygularını sözle anlatmıyor?
Niye kadınlar erkeklerin onları öpeceğini anlayıp buna engel olmuyor, hayır demiyor ve alık bir balık gibi kaderiymiş gibi bu öpüşmenin sonuna kadar maruz kalıyor?
Bir erkek karakter bu cüreti nereden alıyor?
Neden senaristler bu tür karakterler yaratıyor? Neden senaristler kadına saygılı davranan ya da öpüşmeyi başlatan kadın karakterler yaratmak yerine bu karakterleri seçiyorlar?
Sadece hayal gücü olduğuna inanabilir miyiz?
Öyle olsa dahi bütün mağdur kadın karakterler ve vahşice seven erkekler neden hep bizim senaristlerin aklına düşüyor?
Comentarios