Çok uzun süredir toplumsal anksiyete konusunda uzmanlaştık. Artık herhangi bir ikilik anında herkes kendi kutbunu anında seçebiliyor. Hiçbir bocalama, hiçbir tedirginlik olmadan taraf tutma konusunda ustalaştık.
Yangınlar ile tam taraf olacaktık ki, bir baktık ki, birden çok dinamik var:
“İnsan etkisiyle hızlandırılan iklim değişikliğinin yarattığı kuraklıktan kaynaklanıyor.
Elektrik dağıtım şirketinin özelleştirmesinden kaynaklı, bakımların yerine getirilmemesinden kaynaklanıyor.
Ormanlık alanların insan faaliyetine çok açık olmasından kaynaklanıyor.
İmara açmak için kasıtlı yakıyorlar.
Afganlılar yakıyor.
PKK yakıyor.”
Kim neye inanacağını şaşırdı. Her biri birbirinden mantıklı duruyor. Belki de tek bir kaynak değil, birden çok kaynaktan kaynaklanıyor.
Yangınların büyümesi ile açılıp saçılan siyasi tartışmalar, yönetime yönelik eleştiriler. Yönetimin kendi içindeki çelişkili açıklamaları akılları uçurdu.
Bunların en öne çıkanları; uçak var, yok. Helikopter var, yok. Bakımlı, bakımsız. Kiralık, kiralık değil.
Cumhurbaşkanı geliyor bölgeye, tartışma devam ediyor. Cumhurbaşkanı’nın gelişi ayrı bir eleştiri konusu oluyor:
“Cumhurbaşkanı geldi, konvoy oldu, itfaiye yolda kaldı.
Cumhurbaşkanı geldi, çay dağıttı, gitti.”
Tüm bunların içinde debelenip dururken Bodrum Mazı yanıyor, Marmaris yanıyor, Manavgat yanıyor…
İnsanlar evlerinden oluyor, hayvanlar yuvalarında yanarak can veriyor.
Bu arada birileri yeniden ağaçlandırma için girişimde bulunup bağış toplamaya başlıyor. Buna da isyan hazır da bekliyor:
“Daha yangın sönmedi, neden olduğunu anlamadık nereden çıktı ağaçlandırma kampanyası” diyenler.
“Ağaç dikmeye gerek yok, orman kendini iki üç yıl içinde yeniler” diyenler.
Tüm bunların içinde hiç sözü edilmeyenler.
Nedense hiçbir ormancı konuşmuyor.
Orman bakımı diye bir şey var bu dünyada. Düzenli olarak yapılması gereken. Denetim değil, kısıtlama değil, bakım. Hiç kimse sormadı, orman bakımları bugüne kadar düzenli bir şekilde yapıldı mı?
Çok yorgunuz… Yaşamımızı her an tehdit altında hissetmekten yorulduk. Uzun yıllardır beslenen toplumsal ayrımcılıktan, gerilimden mütevellit tedirgin ve öfkeliyiz.
Dış mihraklar, iç mihraklar, pandemi, deprem, sel, yangın… Bireysel yaşamlarımızı, yaşadığımız coğrafyayı, ülkeyi tehdit altında hissetmekten yorgunuz.
Tam bir panik içinde, korkunun yarattığı öfke ile kavga etmeye hazırız. Çözüm arayışımız, anlamaya çalışmamız bizi tartışmaların içine çekiyor. Fakat bu arayışların içinde de gelecek kaygımız o kadar yüksek ki, ne uzlaşma ne anlama ne önleme ne çözüme bir türlü ulaşabiliyoruz.
Bu kaygıya, endişeye son vermek bizim elinde.
Bizlere yanan ormanlık alanların hiçbirine bir çivi dahi çakılmayacağına, madenlere açılmayacağına, termik ya da nükleer santral için kullanılmayacağına dair güvence verilmesi gerekiyor.
Neden kaynaklanıyor-kaynaklanmıyor, bunlar uzunca süre tartışılacaktır. Bu tartışmalardan büyük ölçüde akıl birliği sağlanıp diğer ormanlar için gerekli tedbir ve korumalar alınabilir. Bu yangınlardan ormanları daha iyi daha güzel yaşatmayı öğrenebiliriz.
Ama, önce geleceğimizin güvence altında olduğunun bilmeye ihtiyacımız var. Önce iki dudağımızdan birbirimize dökülecek: Söz veriyorum ki, bu ülkedeki hiçbir orman imara, madene, santrale açılmasına izin vermeyeceğim.
Geleceğimizin, çocuklarımızın geleceğinin, ormanların, hayvanların güvence altında olduğunu bilmek istiyoruz.
Bu bizim meşru yaşam talebimiz.
Birbirimize söz verelim. Oradaki doğa mirası yeniden beslenecek, fani ömrümüz yeniden o güzelliği görmeye yetmeyecek ama, bizim dünyaya olan minnet ve şükran borcumuz otellere, santrallere, madenlere kurban edilmeyecek.
Birbirimize güvence verelim. Bizim vicdan azabımız olmayacak o dağlar, taşlar. Bizim içimiz beton duvarlara bakarak yanmayacak. Bizim doğaya olan borcumuzu para satın almayacak.
Biz önce birbirimize söz verelim.
ความคิดเห็น