top of page

Saygı İle Dağlar Aşılır Mı?

Dolunay bitişler, değerlilik konularını, sınır bilincini getirdi. Hızlı bir dönüşüm içinden geçiyoruz. Her değişim her zaman kolay olmuyor, kırıyor, kırılıyor ve paramparça olduktan sonra toparlanmaya çalışıyoruz. Bu süreçte bize saygı kavramı destek olabilir mi? 


Saygı bir çeşit mesafe midir? Kime ne kadar saygılı olmak gerekir? Saygı kim için gereklidir? 

Yıllar önce bir ortam da, bir kadın arkadaşım olmuştu. Bana yabancı gelen bir konuşma tarzı vardı. Sohbet sırasında ya da seslenirken adımla hitap ediyor, cümlelerinde siz diyordu. "Deniz, bugün gelecek misiniz?", "Deniz, bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?" Biraz tuhaf bulmuştum. Hem adım hem siz bir cümlede enteresandı. 


Zamanla fark ettim ki, güzel bir yaklaşımdı. Bir çok mesaj ve durum içine saklıydı. Candan cana gibi bir iletişim hali isim ile hitap. Sen benimle birsin, aynı yerdeyiz diyordu. Cümlelerin içine girmiş siz eki ise, varlığını görüyorum, tanıyorum ve saygı duyuyorum diyen bir seslenişti. 


Oysa, biz bugünlerde tam tersini deneyimliyoruz. Konuşurken hanımlar, beyler havada uçuşuyor. İlişki biraz ısındığında, sohbetin kıvamı arttığında ise "gelsene" "yapsana" gibi seslenişlerimiz artıyor. Farklı bir şekilde de yansıyor ilişkilere bu. Hani, az mı biliyoruz, bütün gün herkese çok saygılı davranan ama içinden küfür eden insanları? Ya da çok saygılı cümleler kurup, katiyen sınırı aşmayan ama arkasından söylenmedik sözü bırakmayan insanları. 


İlla ki, isim ve siz kalıbını kullanarak konuşmak mı bizi saygılı yapıyor? Haşa! Önemli olan bu durumu içselleştirebilmek. Gerçekten samimi olduğumuz, samimi davrandığımız insanların varlığına saygı duyabilmek. Tercihlerini kabul edebilmek, onları onurlandırabilmek bizi gerçekten saygılı yapıyor. 


Gerçekten saygılı olmak zorunda mıyız? 


Belki, gerçek soru şu: SAYGI BİR ZORUNLULUK MUDUR? 


Hani birisi gelmiş sizin karşınıza ağzı köpürerek, bütün hırsıyla kinini kusuyor, susacak mıyız, izin mi vereceğiz? Size atılan pasa karşılık vermek oyuna girmektir. Susmak gelip geçmesini beklemektir. Bazen sonsuz sabır gerektirir. Ve saygı, tam o sırada sizin için koruyucu bir kalkan görevi görür. Kavga etmemek, öfkeye ortak olmamak sizi korur. Bu işte dişlerinizi sıkarak geçmesini beklemekle değil, ancak gerçeği görmek ve etkileşimsiz olmakla tamamlanabilir. Arslan gözlerinde korkuyu görmezse avına saldırmazmış. Tam bu noktada farkındalıklı olmak kavramı devreye giriyor. 


Bir kere bunu deneyimleme şansım oldu. Çok keyifliydi. Bir haksızlığa itiraz edip kendi hakkımı aradığım bir gündü.


"Bunu yapmaya hakkınız yok" dedim. Konu, sokakta park yerini ayırma ile ilgiliydi. Arabamı park edeceğim, adam bana park edemezsin diyor. Aynı vergiyi ödüyoruz, kamuya açık bir yer ve boş, park etmek en doğal hakkım. Arabayı park ettim, indim. Adam bağırarak üzerime yürümeye başladı. Eski ben olsaydım, onunla aynı üslupla konuşur, belki de ciddi bir kavgaya tutuşuyordum. Ardı, kısa bir rahatlık dahi olsa, büyük bir enerji kaybı. Bir çift söz çıktı ağzımdan "Ben sizinle kavga etmem". O hırsla üzerime doğru gelen adam birden durdu, sözü bitmişti. Arkasını döndü ve gitti. 


Hiç etkilenmedim olan bitenden, an içinde geçip gitmişti. Hala aynı adamı görüyorum, içimde müthiş bir mutluluk yaratıyor. 


Hiç bir zorunluluk olmadan saygılı olmayı seçebilmek her zaman için bizi korur. Aynı topa vurmak aynı oyunu oynamaktır. Siz nasıl bir oyun oynamak istiyorsunuz? Hangi oyunun içinde olmayı seçiyorsunuz? Bütün mesele bu. 


Kendime çıkardığım notlar bu dönemde, paylaşmak isterim, nacizane:

  • Rica etmek, teşekkür etmek bir nevi şükretmektir. 

  • "Siz" hitabı bizi uzaklaştırmaz, aksine yakınlaştırır. İçi dolu bir siz ile sesleniyorsak. 

  • Emir cümleleri ast üst ilişkileri yaratır. Samimiyet değil. "Gel" ," git", "yap" sınırları aşar, üstü kapalı dahi olsa ben senden üstünüm mesajını vermeye çalışır. Bu durum ise, daha çok bu kelimeleri kullananın değersizlik duygusunun yansımasıdır. Kişiselleştirmeyin, takılmadan geçin. 

  • Hitap öğretilmez, içselleştirilir. İçselleşen her durum bütüne katkı olmak için suya atılan bir taş misali yayılır, görünür olur. 

  • "Uygun musun?", "Bunun için zamanın var mı?", "Bana katılmak ister misin?", "Bunu yapmak ister misin?" gibi sorular ile iletişim kurmak gerçek iletişimin özüdür. 

  • İzin istemek karşılıklı saygı anlayışını geliştirir. "Gelebilir miyim?", "Katılabilir miyim?"

  • "Geliyorum", "Bunu al", "Ben de geleceği" gibi nidalar ve girişimler sevgi ile olsa dahi, bir diğerinin sınırlarının ihlal etmektir. 

  • Samimi olduğumuzu gösteren sınırsız şakalar rekabetin ve saldırının başka biçimleridir. Birini küçük düşürmek, onu alaya alarak eğlenmek vb. 

Gerçek olmasını istediğim durumlar:

  • Öğrencilerine siz diyen öğretmenler. 

  • Kızdığı için kornaya basmayan sürücüler. 

  • Yolun ortasında ana avrat sövmeyen erkekler. 

  • Had bildirmeye çalışmayan çalışanlar, kamu hizmetlileri. 

  • Aşkın kölelik olduğunu anlatmayan şarkı sözleri.

  • Hizmet eden her türlü insana, doktora, öğretmene, çöpçüye, temizlikçiye saygı ile konuşan bireyler. 

  • Ve tüm bunların içselleşmiş olması.


Saygısızlıkla mücadele etmeyen gerçekten saygılı olan kişiler olmamız bizim için koruyucudur. Eğilip bükülmek değildir. Aksine dik durmaktır. 


Bir de, samimiyet yaratmak için sınırları aşmamak değerlidir. Yakınlık süreçtir. Yakın olmak istiyorum, biz yakınız diyerek insanları hazır olmadığı diyaloglara maruz bırakmayalım. 


Bu hafta bolca iletişim üzerine yazmayı deneyeceğim, okumak isterseniz, beklerim 🙂 

bottom of page